18 Eylül 2014 Perşembe


          TRİBÜNLERDE COŞACAKSIN Kİ  KUPALARI ALACAKSIN






 Evet, belki 3 resmi maçın ardından ilk yazıyı yazmak ne derece ‘yazı sorumluluğuna’ ve ‘okur saygınlığına’ uygun bilinmez ancak, burada şunu ifade etmeliyim ki; biraz Galatasaray’ın sezon başından beri süregelen yönetimsel basiretsizliğinin bir ürünü, biraz federasyonun samimiyetten uzak ve hukuk dışı tavırları neticesinde İstanbul’un köklü ekibi Galatasaray, taraftarıyla kendi evinde ilk kez Eylül ayının 3.çeyreğine tekabül eden bir zamanda kavuşmuştu. Kısıtlı sayıda taraftarın İzmir ve Manisa’da izleyebildiği Galatasaray, taraftarına belki de şu ana kadar çıktığı en önemli müsabakada ‘merhaba’ diyordu. Bu noktada, nasıl ki bir futbol takımı ilk haftalarda alışma dönemi, birbirini tanıma ve taktik disiplini oturtma gibi evreleri atlatıyorsa; taraftarın da dönem içerisinde bu tür süreçler atlattığını söylemek mümkündür. Nitekim 2 sene üst üste gelen şampiyonluğun ardından, taraftarın tahammül ve reaksiyon eşiğinin ne denli yükseldiği geçen sene gözler önündeydi. Ancak, elde edilen -görece- başarısızlık olarak adledebileceğimiz 2013-2014 sezonu neticesinde, Galatasaray taraftarının tahammül eşiğinin yine 2010-2011 sezonu ayarlarına döndüğünü söylemek gerekiyor. 

 Peki ne oldu da bu evrim tamamlandı; bunun analizini üç farklı noktaya değinerek yapmaya çalışacağım:

1- Başarı eşiği yükseldi, taraftar kibirlendi: Evet, sekizincilikle tamamalanan sezon ardından, küllerinden doğan Galatasaray imajı, herkese samimi ve inanç dolu bir mücadele şeklinde zuhur etmiş; ve bu tutum, yönetim nezdinde atılan doğru reform politikalarını beraberinde getirmişti. Fatih Terim ve teknik ekibi, yönetim kurulu üyeleri, Nike Sponsorluk Sözleşmesi, Selçuk İnan, Muslera ve dahası; hepsi ama hepsi başlı başına bir revizyon başlı başına bir reform hareketiydi. Böylesi yüksek eğimli bir arazide büyüyen kartopu; ikinci senesinde uluslararası başarılara ve daha önemli transferlere hasıl olunca, taraftar profili ister istemez değişti; algı yönetimi farklılaştı. Artık ‘başarı’ kıstası Real Madrid maçında 3-2’de hissedilen ‘Çevirir miyiz?’ acaba sorularına vardı. Böylesi bir ortamda; her ne kadar son sezonda Şampiyonlar Ligi’nde Son 16 gören bir takım olsanız da içerideki başarısızlıklara karşı taraftar reaksiyonu ne yazık ki çok daha çabuk olabiliyor. Nitekim, bunun bir uzantısı olarak Anderlecht maçının ilk dakikasından son dakikasına kadar hep tetikte (!) bekleyen bir Galatasaraylı taraftar kitlesi oluşmuş  durumda.



2- Passolig: Her ne kadar Passolig’in stadlarda güvenlik ve düzen sağlaması amacıyla uygulamaya sokulduğu lanse edilmeye çalışılsa da tribünün profesyonelleri olarak isimlendirdiğimiz taraftar gruplarının genel anlamda bu yapıya karşı çıkması neticesinde; tribünde seyirci sayısının azalmasından ziyade, organize olma konusunda deyim yerindeyse can çekişen bir taraftar topluluğu ile tanıştı Arena’daki insanlar. Burada Passolig eleştirmesi mevzularına girmeden, yalnızca şunu ifade etmek istiyorum. Kombine sahibi insanlar dahi maça 2-3 saat kala stada girip girememe konusunda emin olamıyorlarsa; sıkıntı vardır ve bu büyük bir yönetim zaafiyetidir. Taraftarın böylesi bir kaygı duymadan stada gitmesi, onun içeride daha efektif ve takımına odaklı bir şekilde maçın içerisinde olacağını sağlar; dolayısıyla böyrlsi bir belirsizlik taraftar üzerinde, stada gelinceye dek bir belirsizlik ve şüphe yaratmıştır.




3- Formsuzluk: Evet çok kısa bir analiz yapmamız gerekirse; 01.09.2014 günü takıma katılan iki oyuncunun (maçtan sadece 15 gün önce) ilk 11’de forma giyme şansı elde ettiği, son bir buçuk yıldır eleştrilerin odak noktası haline gelen Selçuk İnan’ın yine kendi kapasitesinin altına kalması, Felipe Melo’nun pas kayıplarıyla formsuzlar kervanına katılması, bekelrin etkinliğine dayanan oyunda her iki kanadın da gereği gibi işlememesi neticesinde; ne yazık ki istenen oyun ortaya konulamadı. Tüm bunlar futbolun doğasında olan şeyler aslında, nasıl bir takımın formda olduğu zamanlarda taraftar ile arası çok iyi oluyorsa, futbolcular kötü olduğunda homurdanmalar ne yazık ki görülebiliyor. Bu denli performans odaklı bir reaksiyonun nasıl bu kadar kolay verilebildiğini yukarıdaki eşik tartışmasında açıklamaya çalıştım. Ancak en azından 90 dakika sahanın içinde kalması gerektiğini düşündüğüm taraftar kitlesinin bu denli sabırsızlığına da serzeniş etmemek elde değil. Zira, oyun içerisinde daima artı bir güç olarak yere alması öngörülen ve ‘iç saha avantajı’ olarak lanse edilen olgunun en önemli parçası olarak taraftarın; skoru, oynanan oyunu kabullenemeyişini; maçın en önemli bölümlerinde oyuncu performansını düşürecek şekilde tepki vermesinin akılla açıklanabilecek bir ifadesi olmadığını düşünenlerdenim. Pekala, bunun bir tezahürü olarak Muslera’nın, gol sonrası taraftara dönüp içinden geldiğince sayıp, sövdüğünü görüyoruz. Muslera’nın haklı isyanında; bu oyunun bitmeden, takımın performansını daha da aşağı çekecek herhangi bir davranışın, üstelik onlara itici güç olması beklenen taraftarlardan gelmesinin yarattığı hayalkırıklığı ve kabullenemeyişin yattığını hırsın açığa çıktığını söylemek mümkün.



 Şimdilik 3 konu başlığı altında analiz ettiğimiz taraftar odaklı Galatasaray değerlendirmesinin sonuna şunu ilave edebiliriz. Performans olarak istenen ve özlenen seviyeye henüz erişemeyen takımın, adeta aynada yansıyan formsuz bir taraftar topluluğu karşısında oynadığı aşikar. Umarım, bu noktadan sonra, taraftar başta olmak üzere her birimde gözle görülür bir performans artışına tanıklık ederiz.





























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder